Güneydoğu Bölgesinde En Çok Ne Yetişir? Toprağın Felsefesi Üzerine Bir Düşünme Denemesi
Bir filozofun gözünden baktığımızda, “Güneydoğu bölgesinde en çok ne yetişir?” sorusu yalnızca tarımsal bir merak değildir. Bu soru, insanın doğayla, bilgiyle ve varlıkla kurduğu ilişkinin özüne uzanır. Çünkü her “yetişme” eylemi, bir oluşun hikâyesidir. Toprakla uğraşan insan, aslında kendi varoluşunu da eker, biçer ve dönüştürür.
Etik, epistemoloji ve ontoloji… Bu üç felsefi eksen, bir bölgenin ürünlerinden daha fazlasını; o bölgenin ruhunu, bilgisini ve varlık biçimini anlamamızı sağlar. Güneydoğu Anadolu’da yetişen her ürün, bir varoluş metaforu gibidir: Buğday, sabrın; mercimek, dayanıklılığın; pamuk, saflığın; zeytin, bilgelik ve sürekliliğin simgesidir.
Etik Bir Perspektiften: Emek, Toprak ve Sorumluluk
Etik, insanın eylemlerine anlam kazandırır. Güneydoğu topraklarında tarım, sadece üretim değil; bir etik yaşam biçimidir. Toprağa dokunan eller, doğaya zarar vermeden üretmeyi, bereketi paylaşmayı ve emeğe saygı duymayı öğretir.
Bir çiftçinin sabahın ilk ışıklarıyla toprağa yönelmesi, aslında insanın doğayla yaptığı sessiz bir anlaşmadır. Bu anlaşmanın özü, “kazanmak”tan çok “yaşatmak”tır. Çünkü toprağı sömüren insan değil, onunla denge kuran insan kalıcıdır.
Peki, biz modern çağda hâlâ bu dengeyi koruyor muyuz? Yoksa üretimi verimlilikle, emeği yalnızca kazançla mı ölçüyoruz? Güneydoğu’nun geleneksel tarım anlayışı, etik olarak bize “varlığın hakkını gözetmek” gerektiğini hatırlatır.
Epistemolojik Bakış: Bilginin Topraktan Doğuşu
Epistemoloji, yani bilginin doğası ve kaynağı üzerine düşünürken, Güneydoğu Anadolu’nun kadim bilgeliğini göz ardı etmek mümkün değildir. Mezopotamya, yalnızca tarımın değil, bilginin beşiğidir. Yazının, ölçümün, zaman kavramının ve ilk tarım tekniklerinin doğduğu bu coğrafya, insanın çevresini anlamlandırma çabasının başlangıç noktasıdır.
Buğdayın yetiştiği tarlalar, aslında insan aklının da yeşerdiği yerlerdir. Bilgi toprağı metaforu, burada gerçek anlamını bulur. İnsan, doğayı gözlemleyerek bilgi üretir; bilgiyi aktardıkça kültür inşa eder.
Her harman zamanı, aynı zamanda bir epistemolojik süreçtir — deneyim, gözlem, tekrar ve aktarım.
Ancak modern bilgi anlayışı, bu kadim bilgeliği unuttu. Tarım artık “veri”yle ölçülüyor, “verimlilik”le değerlendiriliyor. Oysa Güneydoğu’nun bilgisi, nesillerin deneyiminden, sezgiden, sabırdan ve doğayla uyumdan beslenir.
Soru şu: Bilgiyi gerçekten sahiplenebilir miyiz, yoksa onu toprağın döngüsüne mi emanet ederiz?
Ontolojik Derinlik: Toprağın ve İnsanlığın Varlık Birliği
Ontoloji, varlığın ne olduğunu sorgular. Peki, var olmak yalnızca nefes almak mıdır, yoksa toprakla birlikte var olmak mı? Güneydoğu’da varlık, doğayla ilişkisinden bağımsız düşünülemez. İnsan, kendini toprağın bir uzantısı olarak hisseder; toprak da insana kendi varlığını yansıtır.
Pamuk, buğday, mercimek ya da zeytin… Her biri, varlığın farklı biçimlerini temsil eder. Buğday sürekliliğin ve yaşam döngüsünün sembolüdür; Pamuk yumuşaklık ve dönüşümün; Zeytin bilgelik ve barışın; Mercimek ise dayanıklılığın ontolojik ifadesidir.
Güneydoğu’da “yetişmek” yalnızca bitkisel bir süreç değildir; insanın da olgunlaşma sürecidir. Bir köyde yetişen çocuk, doğanın ritmini dinlemeyi öğrenir; bir çiftçi, varlığın sürekliliğini sezer; bir bilge, her mevsimde insanın kendi mevsimini bulur.
Toprakla İnsan Arasındaki Diyalog
Bu topraklar bize şunu öğretir: İnsan, toprağa ne ekerse, onu kendinde yetiştirir. Ekerse sabır, biçer huzur. Ekerse öfke, biçer kuraklık.
Bu etik ve ontolojik diyalog, ekmekle varoluş arasında kurulmuş en eski felsefi köprüdür.
Modern çağda bu köprü zayıfladı. Tarım, makinelerin ritmine; insan, pazarın mantığına teslim oldu. Fakat Güneydoğu hâlâ bize fısıldar: “Var olmak, üretmek değil; üretirken anlam bulmaktır.”
Bu yüzden burada yetişen her ürün, bir varlık dersi, bir bilgelik notudur.
Sonuç: Ne Yetişir?
Sorunun yüzeydeki yanıtı basittir: Buğday, pamuk, mercimek ve zeytin.
Ama derindeki yanıt, çok daha derindir: Bilgelik, sabır, dayanıklılık ve umut.
Güneydoğu’da toprak yalnızca ürün yetiştirmez, insan yetiştirir.
Her harman mevsimi, varoluşun yeni bir döngüsünü başlatır.
Peki biz, kendi iç toprağımızda ne yetiştiriyoruz?
Bilgeliği mi, hırsı mı?
Sevgiyi mi, kuraklığı mı?
Belki de asıl soru şudur: Toprak mı bizi yetiştirir, yoksa biz mi toprağı?