Yıldız Kenter’in Mezarı Nerede? Işığın Hiç Sönmediği Yer
Bir hikâye anlatmak istiyorum…
Bir kadın vardı, sahnenin ortasında dimdik duran; sesiyle değil, ruhuyla konuşan. Yıldız Kenter. Onun hikâyesini anlatmak demek, aslında bir milletin sesini, bir tiyatronun kalbini anlatmak demek. Bugün onun mezarının nerede olduğunu sormak, sadece bir coğrafi merak değil — “biz bu kadını nasıl hatırlıyoruz?” sorusudur. Çünkü bazı insanlar toprağa gömülmez, sesin yankısına gömülür. Ve Kenter hâlâ orada; alkışların, ışıkların, kelimelerin içinde.
Yıldız Kenter’in Mezarı Nerede?
Yıldız Kenter, 17 Kasım 2019’da aramızdan ayrıldı. Mezarı, İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı’nda, eşi Şükran Güngör’ün yanındadır. Bu bilgi kuru bir ansiklopedi satırı gibi görünse de, orası aslında bir anı mekânı. Çünkü Zincirlikuyu’daki o sade mermer taş, tiyatro tarihimizin nabzının hâlâ attığı bir yer. Üzerine bırakılan her çiçek, bir izleyicinin “iyi ki”sidir.
Ama gelin bu bilgiyi bir hikâyeyle düşünelim. Çünkü bazı gerçekler, hikâyeyle anlatılınca kalbe daha yakın durur.
Işığın Peşindeki Kadın: Narin’in Yolculuğu
Bir genç kadın vardı, adı Narin. Tiyatroya tutkundu ama hayat onu muhasebe masalarına zincirlemişti. Bir gün, yağmurlu bir kasım sabahında elinde tek bir karanfil, Zincirlikuyu Mezarlığı’nın taş yollarında yürüyordu. Üşüyordu ama içi yanıyordu. Mezarlığın girişinde yaşlı bir adamla karşılaştı. Adam, gri bir paltosunun cebinden bir not defteri çıkardı. “Yıldız Hanım’ı mı arıyorsun?” dedi.
Narin başını salladı. “Evet,” dedi. “Onun ışığını.”
Adam gülümsedi. “Ben onun ses teknisyeniydim yıllarca. Şimdi bazen gelip konuşurum burada. O hep sahneye geç kalmazdı, ama biz geç kalırdık hayata.”
O an, iki yabancı arasında bir sessizlik doğdu. O sessizlikte bir kadın figürü vardı — sahne ışığında değil, yüreğin ışığında duran. Narin mezarın başına yaklaştı, taşın üstündeki sade yazıya baktı: “Yıldız Kenter – Sanatla Aydınlanan Bir Hayat.”
Erkeklerin Stratejisi, Kadınların Empatisi
Adam, mezarın karşısına oturdu ve cebinden küçük bir el feneri çıkardı. “Ben hep çözüm arardım,” dedi. “Kırık mikrofonu tamir eder, ışığı düzeltirdim. Ama onun yokluğunu nasıl onaracağını bilemiyor insan.”
Narin sessizce dinledi. Kadınlar gibi… Onarma içgüdüsüyle değil, anlama arzusu ile.
“Sen?” diye sordu adam, “Sen niye geldin buraya?”
“Ben,” dedi Narin, “hayatımda hiç sahneye çıkamadım. Ama Yıldız Kenter’i izlediğim o bir oyunda, kendimi ilk kez ‘var’ hissettim. Belki o yüzden buradayım — teşekkür etmek için.”
Bu cümleyle birlikte aralarındaki kuşak farkı eridi. Kadın duygusuyla, erkek çözümüyle birleşti. Ve orada, Zincirlikuyu’nun rüzgârında, Yıldız Kenter’in hâlâ öğretmeye devam ettiğini fark ettiler: Bir hayatın değeri, kaç kişiyle paylaşıldığı kadar, nasıl paylaşıldığıyla da ölçülür.
Bir Mezarın Anlamı: Hafızanın Kalbi
Yıldız Kenter’in mezarı, sadece bir taş değil; bir duruşun, bir sanat anlayışının sembolüdür. Onun mezarına giden herkes aslında kendi içindeki sahneyi ziyaret eder. Çünkü Kenter, kadınların sesini “yüksek” kılmayı değil, “duyulur” kılmayı öğretmiştir. O sahnede kadın; zarif, güçlü, kırılgan ama hep “merkezde”dir. Erkekler ise etrafında döner — kimi zaman ışık ayarlar, kimi zaman repliği fısıldar, ama hepsi o merkezin etrafında bir anlam bulur.
Bu mezar, bir kadının yalnız ölümünün değil; binlerce kadının sahnede yeniden doğuşunun simgesidir.
Okuyucuya Bir Soru: Işık Kimin İçinde Yanıyor?
Yıldız Kenter’in mezarına bir gün giderseniz, sessizce bir şey fark edeceksiniz: mezar taşının üzerindeki gölgeler bile sahne ışığı gibi düşer. Çünkü bazı ışıklar, toprağın altına gömülmez; hatırlayanların gözlerinde yanar.
Peki siz, hayatınızda size “ışık” olmuş birini en son ne zaman andınız?
Belki bir öğretmen, belki bir anne, belki bir sanatçı…
Kenter’in mirası tam da bu soruda gizli: Bir insan, öldükten sonra da başkalarının yolunu aydınlatabiliyorsa, hiç gerçekten ölmez.
Son Sahne
Zincirlikuyu’da bir mezar var, sade ve sessiz. Ama oradan her geçen rüzgârda bir replik yankılanıyor sanki:
“Perde kapanmaz, sadece bir sonraki oyun başlar.”
Yıldız Kenter’in mezarı orada, ama hikâyesi bizde yaşamaya devam ediyor.
Ve her birimiz, onun ışığını taşımaya devam ettikçe, sahne hep açık kalacak.